19 Eylül 2015 Cumartesi

Kalbimize Dönelim!

  Karmaşanın hakim olduğu bir coğrafyanın ortasında dünyaya geldik neredeyse hepimiz. Büyüdükçe daha da karmaşıklaştı düşüncelerimiz, yaşantımız ve en önemlisi manevi dünyamız... Fikir akımları, teknoloji, haberler, spor derken oradan oraya sürüklendik dem be dem.

  Cahit Zarifoğlu merhumun bir sözüne tekrar tesadüf ettim bugün ve bir sille gibi indi adeta çehreme: “Bir kalbiniz vardır; onu hatırlayınız.” diyor. Kalbimiz evet, hatırlamak değil hiç unutmamamız gereken kalbimiz…

  Gündemin bu denli yoğun ve dinamik olduğu günümüzde, daha da uzaklaşıyoruz kalbimizden; en çok kalbimize yönelmemiz gerekirken. Gönlün sınırlarını keşfetme yolunda büyük ve önemli adımlar atan atalarımıza kulak vermeliyiz ara sıra. Hani diyor ya şair Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın diye. Bugünün İstanbulları gönüllerdir. Günlük meşgalelerimizin yanı sıra fethettiğimiz bir gönül yahut fethetmeye niyetlendiğimiz bir gönlün derdiyle dertlenmemiz gerekmez mi? 

  Dertlenmek lazım memleket derdi ile, ümmetin, insanlığın derdi ile. Uykularımızın kaçması lazım kalbimize yöneldikçe. Gençlik sermayesini dert ile buluşturmak, bu dertlenişle yaralara merhem olmak gerek. Kalbimize dönelim en iyisi, dönelim ki sahipsiz bırakmayalım memleketi, ümmeti, mazlumu ve insanlığı...

  Muhammed Furkan Erdoğan

Yalnız Kalalım Biraz...

  Şu sıralar yalnız kalmaya ne kadar da çok ihtiyacımız var. Hayatta umudumuzu bitirecek birçok olayın tesiri altında kalmışken, yalnızlık en büyük umut. Her gün televizyondan aldığımız kara haberler, savaşlar, şehit haberleri, cinayetler, mazlumların yürek yakan halleri… Yazarken bile yoruluyor insan. Hayatın acımasızlığı karşısında çaresizliğimizi ifade eder gibi her hadise...

  Yalnız kalmaya ne kadar da muhtacız. Hayatın debdebesi içerisinde yorulmuş ruhlarımız, her olumsuz haber sonunda yarın için duyulan endişeyle yorulmuş zihinlerimiz, bir şeyleri düzeltmek uğruna koşturan bedenlerimiz yalnızlığa ne kadar da muhtaç. 

  Toplum olarak psikolojimiz o kadar yıpranmış ki insanlar birbirleriyle iletişim kurmaktan korkar olmuşlar. Her gün gelen şehit haberleri, yapılan saldırılar sonucunda insanlar artık sokakta yürümekten bile çekinir olmuşlar. İnsanlar artık “kalabalık yerlerden geçmesem, acaba bomba falan patlar mı?“ gibi düşünceler içerisindeler. Toplum olarak iki üç aydır rahatımız, huzurumuz kaybolmuş. 

  Yurt dışında eğitim görmekte olan bir arkadaşım anlatıyor: “İnsanlar o kadar rahat ki, yolda yürürken birisi gelip tanımadığı halde sizinle bir anda sohbet etmeye başlıyor, size tavsiyeler veriyor. Alışveriş merkezlerinde tüm kasiyerler güler yüzlü. İnsanlarda hiçbir şekilde yarın kaygısı yok.”

  Toplumumuz ciddi anlamda bunalım geçiriyor. Müslüman kimliğimizi kaybediyoruz yavaş yavaş. Silkinip kendimize gelmemiz gerekiyor. Bunun için de yalnız kalmaya ihtiyacımız var. Gazetelerden, televizyon kanallarından, sosyal medyadan biraz olsun uzak durmamız gerekiyor. Bu mecraların yaptıkları tek şey toplumun psikolojisini bozmak. Bırakalım bunları bir kenara, kendimize gelelim, özümüze dönelim.

 Yoksa psikolojisi bozulmuş bir toplumu, insanların insanlardan korktuğu bir toplumu sindirmek çok kolay olur. Yalnız kaldığımız sürece elem verici bu hadiseleri daha iyi yorumlayabilir ve böylece hayata tutunmanın yollarını daha iyi kavrayabiliriz.
İyisi mi yalnız kalalım biraz...

  Ali Töke

13 Eylül 2015 Pazar

"Bu Vatanın Bir Sahibi Var!"

  Tarihte insanoğlunun zor zamanları olduğu gibi , milletlerinde zor zamanları olmuştur. Aziz miletimiz de bu zor zamanlardan geçmiş ve hala geçmektedir. İlayı Kelimetullahı bütün küreye duyurmak için yıllarca cihad etmiş bu necip milletin torunları olarak biz de şuan zor bir süreçten geçmekteyiz.Yüzyıllardır Anadolu toprakları üzerinde puzzle parçaları gibi duran farklı etnik kökende olsa da kardeşçe ve barış içerisinde yaşamlarını devam ettirmiş ve ettirmekte olan Anadolu insanı şuan da yine bir kardeşlik sınavıyla karşı karşıyadır.
   Bu topraklar her zaman kirli oyunlarla , hain tuzaklarla karşı karşıya gelmiş ancak hiç bir zaman engin basiretinden ve ferasetinden ödün vermeyerek bu oyunları bertaraf etmiştir. Bugünlerde yine birlik ve beraberliğimize, kardeşliğimize derin yaralar açacak bir proje yürütülmektedir. İslamın son kalesi olan vatanımızda bölgemizde ki islam devletleri gibi bir iç savaşa doğru sürüklenmektedir. Halk sokağa çağrılmata ve bir Türk-Kürt savaşı çıkarılmak istenmektedir.

   Yalnız unuttukları bir şey vardır ki bu 1000 yıllık kardeş millet hep aynı safta yer almış ve düşmana karşı hep omuz omuza mücadele etmiştir.Bunun en güzel örneğini de bizlere Çanakkale göstermektedir.

   Gelin bu günlerde, siyasi görüşümüzü, hırsımızı, inadımızı bir tarafa bırakalım. Kimsenin bizi duygularımız , inançlarımız , görüşlerimiz üzerinden sömürmesine izin vermeyelim. Kardeşliğimize zarar verecek, düşmanı sevindirecek hal ve hareketlerden kaçınalım. Efendimiz (s.a.v.) buyurduğu gibi “birbirine kenetlenmiş tuğlalara benzeyen” kardeşlik duvarımızda gedikler açılmasına asla izin vermeyelim. 

   İnanmalıyız ki yüzyıllardır büyük badireler atlatmış bu millet Allahın yardımıyla bu olayların da üstesinden de gelmesini bilecektir. İslamın sancaktarlığını yapmış bu milletin torunları olarak inanıyoruz ki nasıl Ebrehe karşısında Kabenin sahibi onu koruduysa , İslamın son kalesi olan bu vatanın da bir sahibi var ve O onu koruyacaktır. Şüphesiz tuzak kuranların en hayırlısı Allahtır.

  Okan Tomurcuk

12 Eylül 2015 Cumartesi

"Sapan Taşlı Çocuklar"

    Dinle ey kadim dostum. 

   Âfâkın çehresi kızarmış sitem ediyor seni anlatmayan şiirlere. Bulutlar şimşekleri hıçkırarak seni ağlıyor tan yelinde. Toprak ayıbını örtmek için yalvarıyor kar tanelerine. Beyt'ül Makdis bağrına basıyor seni vefasız geçen her günde.

   Ey gözlerine Mescid'i Aksa'yı sığdıran aziz kardeşim. Sen ki o küçücük ellerinle, dağları yerinden oynatan toplara karşı, Ebabilin Ebrehe'ye attığı taşlar misali savaş veren bir cihat erisin. Sen ki üç maymunu oynayan tüm insanlığa gür seninle "Ben buradayım, savaşıyorum ve mücadelem bitmeyecek." diye haykıran savaş bestekârısın. Ve yine sen ki zulme attığın her taşla umudun bitmediğini, bitmeyeceğini, her seferinde dilsiz şeytanların kalın kafataslarına çivileyen bir çığlıksın.


   Bunların yanında; sen sapanını eline alıp her sabah, kör bir kurşunla pak alnından vurulup yere uzanabilme ihtimalini göze alarak, Gazze sokaklarında her bir moloz yığınını kendine korunaklı bir kale bilip, çorak yüzlü zalimlere bir nebze de olsa zarar verebilmek için mücadele verirken, biz senin sapanını aldığın o eline ayfonlarımızı alıp, belkide dakikalarca düşünüp zekice bir tweet atarak mücâhid oluyoruz. Evet azizim, utanarak söylüyorum ki senin sapanlı mücadeleni, biz tweetli mücadele olarak biliyoruz.


   Siz her gün annenize bir daha görememe ihtimali ile bakarken, biz annelerimize bazen utanıp sıkılmadan "Of anne." bile diyoruz. Belki de siz geri döndüğünüzde kardeşlerinizi, annenizi, babanızı görememe ihtimalini bildiğiniz halde ekmek kuyruğuna giderken, biz çöp atmaya bile binbir laf eşliğinde gidiyoruz. 


   Eğer bir gün bu dünya gül bahçesine dönecek olsa, biliyorum ki siz gül olup rayiha lar saçarken, biz sadece o bahçenin fotoğrafını çekip tweetlemekten başka bir şeye teşebbüs etmeyeceğiz... 

   Her şeye rağmen yine de Kudüsün gözlerinden, sapan taşlı çocukların ellerinden öperim..!

   Rıdvan Çelik

11 Eylül 2015 Cuma

''Biz Buradayız!''


   Bir aylık, muhabbet dolu bir dostluğun söz ile buluştuğu noktadayız. ''Okuyan, Konuşan ve Yazan Bir Gençlik'' idealinin inkişaf ettiği bu mecrada (Genç Münevverler'de) derdimizi dile getireceğiz dilimiz döndüğünce... 

   Bu mecranın oluşmasına varlığıyla vesile olan Genç Kamp'a bir hafta rötarlı başlamış olsam da Ahmet Taşgetiren'in konferansına yetişebilmiştim. Bir yandan Ahmet hocanın ağzından çıkan o bilgi yüklü cümleleri kaçırmamaya çalışıyor, bir yandan da içine girmiş olduğum öğrenci grubunu gözlemliyordum. 

  Hepsi Ahmet Hoca'ya odaklanmış, ağzından çıkan her kelimeyi yakalıyorlardı. Sanki birer avcı gibi. Onların avı bilgiydi. Belli ki hepsi bir şeyler elde edebilmek için burada toplanmışlardı. Bende çok geçmeden bu havaya bürünüverdim ve onlardan biri oldum. 

   Yeni arkadaşlarla kaynaşırken program tüm hızıyla devam ediyordu. Ahmet Taşgetiren gidiyor, Taha Kılınç geliyor,Taha Kılınç gidiyor, Süleyman Ragıp Yazıcılar geliyordu. Gün geçtikçe nice usta isimlerle daha bir araya geldik.  Hepimiz kamp sonuna kadar aynı dikkat ve heyecanla dinledik ustaları...

   Her geçen gün, kendimi bilgisizlik diyarından kültür diyarına yolculuk yapan seyyah gibi hissediyordum. Bu durum beni heyecanlanrıyor, bilgiye aç olduğumu hissettiriyor ve programa daha sıkı sarılmamı sağlıyordu. Program dışında yeni arkadaşlarla sohbet ediyor dostluğumuzu pekiştiriyorduk. Daha birkaç gün olmadan kardeş gibi olmuştuk bile. Hepsi de dinine, vatanına, milletine hayırlı birer Müslüman olmanın derdindeydiler. Hepsi faydalı ilmin peşinde, kararlı ve dertliydi... 

   Bugün insanlığı değiştirecek olan ne silahtır, ne insan gücü ne de ekonomi. İnsanlık sürekli güncellenen, değişen ve dönüşen bir çağda, kaliteli bilginin esiridir. Bunun için insanlığı değiştirecek olan yegane silah da bilgidir. Bir savaştayız evet, insanlığı yıpratan yanlışlara engel olma savaşında. Kirli bilginin, zulmün aleyhtarı olacağız ilmimizle, fikrimizle ve tüm varlığımızla...

   Silahlarımızı kuşandık. Biz buradayız!


   Muhammed Karataş

6 Eylül 2015 Pazar

''Eskimez Ulu Çınar''


   Çınar yere sağlam basar, göğe doğru emin adımlarla yükselir. Her alim bir çınardır toplum nezdinde ve hamur gibi yoğururlar toplumu. Biz de bir zaman öyle bir çınarın gölgesinde serinleme fırsatı bulduk, İhsan Süreyya Sırma.

   Adeta fırtına gibi başladı ulu çınar. Sesi gür değildi ama kalpleri titretiyordu.  Müslüman, ibadetlerinde zamana ne kadar riayet ediyorsa günlük hayatında da vakte o kadar önem göstermelidir dedi bir ara. Eğer biz dakik olursak her yere yetişir modern dünya gelişmelerinin hiçbirinden geri kalmayız. Bu konudaki hassasiyetini en çarpıcı örneklerle dile getirdikten sonra kendi hayatından bahsetmeye başladı.

 Maksat anı paylaşmak değil... Başkasından örnek vermek yerine, kendi kurban olmaya niyetlendi çınar. Fransa zamanlarında kalbi imanlı insanlar olarak nasıl imtihan olduklarını anlatırken, günümüz dünyasında yaşayan hatta her anı imtihan dolu biz gençlere de onlar sormadan ilacını uzatıyordu adeta. Kılavuzluğun zirvesine çıkmış bu çınar gencin yüzüne vurmadan, kalbini kırmadan bu maddi hayatın nasıl hem içinde hem de dışında olacağını örneklendirdi. 

   Velhasıl yaşlanmış ama eskimemiş çınar bir saatte bize altın değerinde öğütler verdi , gölgesinde serinletti ve en önemlisi hala yapacak işleri olduğunu vurgulayıp, mücadelenin son nefese kadar süreceğini hatırlatıp ayrıldı. Dünya'ya iz bırakmış daha nice çınarların gölgesinde serinlemek ümidiyle...

   M. Furkan Erdoğan